Minimal invaziv jinekolojik onkoloji, Mete Güngör,Hüsnü Çelik,Çağatay Taşkıran, Editör, Güneş Tıp Kitabevi, Ankara, ss.295-297, 2025
Minimal invaziv cerrahi (MİC), jinekolojik kanserlerin tedavisinde yıllar içerisinde öncelikli tercih edilen tedavi yöntemi haline gelmiştir. European Society of Gynecologic Oncology (ESGO) 2020 endometrium kanseri yönetim rehberinde, minimal invaziv yöntemler ile yapılan evreleme cerrahisi standart tedavi olarak belirtilmiştir. Tarihte MİC, jinekolojik onkolojik cerrahilerde ilk kez 1986 yılında Dargent’ın tanımladığı laparoskopik ekstraperitoneal lenfadenektomi ile kullanılmaya başlanmıştır. Takip eden yıllarda MİC birçok alanda laparotominin yerini almıştır.
MİC ve açık cerrahi yöntemler ile yapılan operasyonlarda cerrahi komplikasyon oranı, çıkarılan lenf nodu sayısı, rekürrens ve sağ kalım gibi onkolojik sonuçlarda fark olmadığı, endometrium kanserinin standart evreleme cerrahisinin tamamının minimal invaziv yöntemler ile yapılabileceği gösterilmiştir. Ayrıca MİC’de insizyon hattının küçük olması, erken mobilizasyon, hastanede kalış süresinin kısa olması, yara yeri enfeksiyonu ve herniasyon riskinde azalma açık cerrahilere göre avantaj sağlamaktadır.
Endometrium kanserinde evre prognozu belirleyen en önemli faktördür. Cerrahi evreleme öncesi hastaların uygun görüntüleme yöntemleri ile değerlendirilmesi, cerrahi yöntemin ve uygun tedavinin planlanması için önem taşımaktadır. Preoperatif evre ve risk belirlenmesi; erken evre ve düşük riskli hastalarda komplikasyon yaratabilecek geniş cerrahilerden kaçınılmasını, ileri evre / yüksek riskli hastalarda ise hastalığın yaygınlığının belirlenip cerrahi öncesi plan yapılmasını sağlamaktadır.
Obezite ve ileri evre hastalık MİC için rölatif kontrendikasyon kabul edilmektedir. Bununla beraber uterin seröz karsinomlarda debulking cerrahisinin minimal invaziv yöntemler ile de yapılabileceğini gösteren bir çalışmada MİC ile ekstra-uterin implantların gözden kaçırılma riski <%3 olarak bildirilmiştir. Ayrıca Evre IIIC hastalar üzerinde yapılan başka bir çalışmada laparoskopik cerrahide kan kaybının daha az olduğu, perioperatif komplikasyonlarda artış izlenmediği, onkolojik sonuçlarda fark görülmediği vurgulanmıştır.
Preoperatif görüntüleme yöntemleri ile pelvik / paraaortik damarların anatomik değerlendirilmesi, intraoperatif cerrahi komplikasyonları azaltmaktadır. Pelvik / paraaortik lenfadenektominin sınırlarını belirleyen damarsal yapıların anomalileri düşünüldüğü kadar nadir görülmemektedir. Renal damar, inferior vena kava (İVC) ve üreter anomalileri en sık karşımıza çıkan anomalilerdir. Sağ renal venin İVC’nin önünde seyretmesi, aksesuar renal arter, aort arkasında yerleşmiş sol renal ven, sol taraf yerleşimli İVC, çift üreter gibi daha sıklıkla görülen anomalilerin kontrastlı bilgisayarlı tomografi (BT) ve magnetik rezonans görüntüleme (MRG) ile saptanması lenfadenektomi esnasında oluşabilecek komplikasyonları azaltacaktır.